4 Aralık 2010 Cumartesi

TOPRAK



  Bekir kurumuş toprağına eğilip susuzluktan taş haline gelmiş olan bir parçasını eline alıp ufalayarak düşüncelere daldı.Ne yapacağım burada?Bu uçsuz bucaksız ıssız düzlükte kervan geçmez bereketsizlik ortasında nasıl yeşerteceğim bu toprakları.Geçmişine dair birçok anı ;özellikle çocukluk anıları ;aklından hızlıca geçti babam olsaydı bana yol gösterirdi diye düşündü.Ne yapacağımı o bana söyleyebilirdi.Oysa şimdi bütün sorumluluk kendisine aitti.Yanlış karar vermesi  halinde suçlayacağı tek insan kendisi olacaktı.Bu bekir için büyük bir adımdı ,belki de erkek olduğunu köyün kızlarının kendisine yakınlaşmasından daha fazla hissettiren bir durumdu.
 Hava Küllümağara köyünde, köyün adından da anlaşılacağı üzere yılın on ayı kül grisinde geçerdi geri kalan iki ay  sarı ve soluk olurdu.Bu sebeple köyün genç nüfusu yok denecek kadar azdı; yaşlı sayılabilecek grup ortalaması altmış yaş civarındaydı.Yaşlı grup depresif ve agresifti ve sayıca çok azdılar. Yetmiş yaşı gören köyde sadece bir kişi vardı.O da bekirin hasan dedesiydi.Gamsız bir adamdı sürekli tarlanın bereketsizliğinden bahsedip ''akılsız baban gitmedi buralardan o çorak toprağı işleyecekmiş.Ah genç olaydım durmazdım beş dakka buralarda.Neyse ki diğerinden gelen parayla az da olsa kalan günlerimde rahat yaşarım, ya baban ?''diye söylenirdi bekire....
  Bekir gitmeyi çok düşünmüştü ama içi elvermemişti baba yadigarı toprakları bırakmaya, zaten babası ile çok fazla zaman geçirememişti istediği gibi. Çocukluk dönemlerinde yalnız bıraktığını düşündüğü babasına yetişkin olduğu dönemlerde yarenlik edebilmeyi çok istemişti ,ama olmadı.Annesi gibi amansız bir hastalığa yakalanmıştı babası da.Allahtan elden ayaktan düşmeden gitti diye düşündü.Tek çocuktu, kardeşi olamamıştı.Annesinin bu duruma engel sağlık sorunları olmuştu ama köylü buna inanmayıp haklarında çok sayıda dedikodu çıkarmıştı.Yıllarca bunun yarattığı gerginlikle uğraşmışlar.Hatta bekir annesinin sağlık problemlerinden dolayı felç kalan vücudunun doğal yollarla ölmesini kabullenmeyip  bu dedikodulardan dolayı annesinin üzüntü duyup öldüğüne içten içe inanıp kinlenmişti.Köylülere mesafeli ve uzak oluşu dedesi gibi girişken olmayışı bundandı.On yedi yaşından beri hiçbir köylü ile arkadaşlık kurmamış çocukluktan beri sevdiği elfidanla bile yazışmayı kesmişti.Zaten sevdiği kızı annesinin öldüğü  sene başka birine gelin vermişlerdi.O köyün bekir için hiçbir anlamı kalmamıştı.Bazen kendi kendine sorardı.Hala ne bekliyorum burada diye, kolayca şehire gidebilirm.Karakaşlara ait köyün otobüsüne atlamak yeterliydi.36 dk sonra şehirdeydi ,okuma yazmam da vardı.Elbet bulurum bir iş diye düşünürdü.
   Babası yıllarca bekire kolkanat germişti.Şunun şurasında   beş sene gibi görünse de babası aslında annesinin yatağa düşmesinden bu yana, bekire altı yaşından beri hem annelik hem babalık yapmaktaydı.Bu da neredeyse koskoca on altı yıl ederdi.
  Babası her sabah önce annesinin altını temizler,üstünü değiştirir ve  kahvaltısını yedirirdi.Arkasından bekiri kaldırırdır.Ona kahvaltısını elleriyle yedirirdi.Büyüdükten sonra bile yumurtasını babası soyup önüne koyardı.Ne kadar hoşuna gittiğini düşündü.Bunu hiç söyleyememişti.Adını kuyruğu eğri koydukları eşeklerine babasının yaptığı tahtadan, tekerlekli arabayı da geçirip annesini ve önceden hazırladığı azığını da yerleştiren babası   kapılarının önüne gelip seslenirdi.Bekir hadi!!!Her sabah eşek arabasının ağırlıktan gıcırdayan tahtalarının sesi eşliğinde ayaklarını tekerleklerin arasına gelecek şekilde sallayarak yol kenarında denk gelen, tozlu, kırmızı az gelişmiş böğürtlenleri toplayıp annesine verirdi.Hayatı boyunca  hiçbirşey kendisine , annesine silerek verdiği çelimsiz kırmızı böğürtlenleri, arabanın üstünde yakalamanın vermiş olduğu  mutluluğu vermemişti,diye anımsadı.O an kafasına fotoğraf karesi gibi  mıhlanmıştı.Her gıcırdayan tahta sesinde o ana gider ve böğürtlen şefkatine sığınırdı.
  Yolu kesen  tren raylarının bitiminde arabayı daha fazla götüremezler,bundan sonrasına yaya olarak devam ederlerdi.Babası hergün aynı yerde ''az kaldı, neyse ki kuyruğu eğri  var yoksa buraya kadar yürüyecektik bak''diyerek bekiri fikren rahatlatmaya çalışırdı.O bunları o zamanda anlardı ama birşey söylemezdi, zaten babasına şikayette etmezdi.Arabadan inerken babasının annesini sırtına alışını izler kendisi de azığı sırtlanırdı.Yaklaşık her on adımda bir babasının kurak tarlalara bakarak ilerde ne kadar rahat edeceklerini tarlalarında yeşerecek otlarla hayatlarının da gelişeceğini evi buraya taşıyacaklarını ve artık yorulmayacaklarını anlatışını duyardı.Tarlaya varış ,yavaş olmalarından  yirmi dakikalarını alırdı.Babası çok yavaş bir şekilde annesini, tarlalarına biraz yukarıdan bakan bir metre kadar yüksekliği olan toprak tepeliğe gölge veren tek ağacın altına indirirdi.Bekir de azığı, babasının önceden açtığı çukurun hafiften nemli göbeğine indirirdi ki getirdikleri su fazla ısınmasın yiyeceklerde sıcaktan araya gitmesin.Küçükken annesinin yanından, ergen olunca da omuz hizasından babasının o kuru toprakları çapalayışı bir gram ürün yeşersin diye çabalayışı hep içini burkmuştu.Ama bir o kadar  azmi hırsı ve bu topraklara olan inancı da bekiri heyecanlandırırdı.Hep ''baba neden bu kadar uğraşıyoruz bu çorak toprakla''diye sorduğu soruya '' ben bana ait olana vermiş olduğum emekle mutluyum ,karşılığı oluuur veya olmaz''  diye aldığı cevabı düşünürdü bekir.
  Karşılığını yeşeren topraklarla alamamıştı belki babası ama bekir biliyordu.Babası  verdiği emekle zaten mutlu ölmüştü.En azından istediği şeyi yapmıştı.Kendisine ait olanlara emek vermiş ve vicdanı rahat toprağa girmişti,annesinin arkasından.
  Şimdi artık ne olacağına  karar vermek üzereydi.Elinde ufalanmış kuru toprak parçalarına bakarak düşündü.Dedesi gibi nereye gittiğini bilmeden hissetmeden sadece nefes almak için, yani  yaşamak için mi yaşayacaktı?Yoksa babası gibi  gerçeğini bulup kendine ait olan gerçeğe, süresinin ne kadar uzun ya da kısa olduğuna bakmaksızın emek vererek mi devam edecekti yaşamına.?Bekir gülümseyerek baktı ,ellerinin içindeki cevaba.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder